top of page
  • Derya Yüce

POST - PANDEMİK ‘MINDFULLNESS’ KENT

Le Corbusier, dünyamız ölü çağların döküntüleriyle doludur demiştir. Yaşanılan çağı oluşturan her türlü bilgi, bir önceki tamamlanmış çağın artıklarının girdisiyle oluşturulmuş bir üründür. Bu bağlamda bakarsak, 21.yy erken döneminin yaşanmış döküntülerinden biri kesinlikle covid-19 pandemisinden geriye kalanlar olacaktır diyebiliriz.

Mimarlık - şehir ve toplum sağlığı arasındaki ilişkinin önemini kavramak açısından öncelikle tarih boyunca yaşanan salgınların yapılı çevre üzerindeki etkilerine bakmak gerekir. 1849’daki Kolera salgını ile ortaya konan teoriye / inanışa göre hastalık, topraktan çıkan ‘miasmic’ gazı ile yayılıyordu. Bu sebeple toprak yolların taş ile kaplanması, yüzeylerin sıvanması fikri gazın çıkışının engellenmesi ve azaltılması uygulamaları, şehirlerin fiziksel çehresinin şekillenmesinde oldukça önemli rol oynadı. Bununla birlikte kent ölçeğinde geniş kamusal parkların (Central Park gibi) bu dönemde tasarlanması da yine açık temiz alan ihtiyaçlarının bir gerekliliği olarak öne çıkmıştır. Daha sonrasında ise tüberküloz, özellikle Corbusier gibi modernist mimarların tasarımlarına doğal hava ve ışık unsurlarını dahil etmeleri konusunda önemli bir tetikleyici olmuştur.

Covid-19 ile yapılı çevre üzerinde bu denli belirgin değişimler ya da yenilikler gözlemlenmesi çok olası olmayabilir ancak, fiziksel çevre üzerinde etkisi klimatik olarak belirgin bir pozitif eğri çizmeye başladı bile. Bununla birlikte asıl değişim ve yenilik, alışkanlıklar ve yaşam biçimi üzerinden gerçekleşecek gibi duruyor. Nasıl çalışacağız, nasıl yaşayacağız ve post-pandemik dönemin kentlisi olarak nasıl bir tavır takınacağız?

Evlerde kaldığımız bu iki aylık dönemde, özellikle sosyal medyada popülerize edilen en önemli kavram ‘mindfullness’ oldu diyebiliriz. Karantina dönemini bir içsel yolculuk ve farkındalık süreci olarak değerlendirme ve destekleme fikri oldukça yükselişe geçmiş görünüyor. Bu içe dönme, iç potansiyeli keşfetme ve öz kaynakları kullanma fikri ve gayreti, post-pandemi dönemi ile birlikte kent ölçeğinde de oldukça destekleyici bir kalkınma planı olacak gibi duruyor. Özellikle ekonomik açıdan yeni kentlinin bir tüketici olarak takınacağı tavrın nasıl olacağı meçhulken, şehirlerin dışa bağımlılıklarını azaltarak kendi öz kaynaklarını daha iyi değerlendirmeleri ve geliştirmeleri ayakta kalabilmeleri açısından kaçınılmaz bir yol olabilir. Öncelikli olarak uluslararası, sonrasında ise şehirler arası erişimin kısıtlanması ile malların aktarımları belirli bir süreliğine durdurulmuş oldu. Bu durumda, her şehrin ‘kendi ekmeğini yapabilme’ becerisi ve kaynağı, sürdürülebilirlik açısından bir avantaj konumuna gelmiş olacaktır.

Sürdürülebilir kent yaklaşımlarından biri olan ‘kompakt kent’ kavramı, post-pandemi döneminde de özellikle kent dokusu yaklaşımı ile halen savunulabilir bir durumda olacak mı sorusu tartışılabilir. Kompakt kent, yoğun bir kent dokusu, karma kullanımlı arazi kullanımı ve yeşil kuşak ile çevrelenerek büyümesi sınırlandırılmış bir sürdürülebilir kent modeli tanımıdır. Ancak belki de yeni normalin benimsenmesi ile, özellikle uzaktan çalışma prensiplerinin daha geniş çaplarda uygulanabilmesi ile birlikte uydu kent kavramı tekrar canlanacak ve az yoğun yerleşim alanları daha tercih edilir hale gelecek. Halihazırda sahiplilik duygusunun x-y-z kuşakları arasında azalan bir eğri çizmesi, yerden bağımsızlaşan bu kuşağı belki de kırsala yönlendiren, ‘yarı-zamanlı’ bir kentli konumuna sokacak.

Böyle bir senaryoda, yeni kentlinin hareket grafiği dijital coğrafyada sınır tanımaz iken, fiziksel coğrafyada tercihen izole ve durgun bir hale gelmiş olacak mı? Bu durumda yaşam alanlarımız oldukça heterotopik bir hal alırken (ev, ofis, spor salonu, kafe, toplantı salonu...), eldeki yapılı çevre sermayesinin çalışma mekanları kapasitesinin ne olacağı ve nasıl değerlendirileceği de oldukça belirsiz bir durum. Özellikle son dönemde yeni nesil aktivite odaklı açık ofis tasarımları çalışma motivasyonu açısından birçok araştırmada öne çıkmaya başlamıştı. Yeni normalde sosyalliğin, iç içe geçen kullanımların ve keskin sınırların çizilmediği bu modellerin adaptasyonu kalıcı yeni bir norm üretebilecek mi? Kesin öngörülerde bulunmanın imkansız olduğu bir gerçek, ancak kesin olan şu ki tüketme-yaşama-çalışma alışkanlıklarımızın mutlaka bir farkındalık yaşayacağı, yeni kentlinin kendi ile birlikte yaşadığı şehri de değiştirip dönüştüreceğidir.


Kaynaklar:

Mikaeili M., 2018. Ekoloji ve Çevre Açısından Kompakt Kent Kavramı ve Uygulama Örnekleri

Özüduru,B., 2020. Covid-19 ve Şehirler.

Hughes, J., 2020. Coronavirus Escape: To the Suburbs.

Stinson, E., Health and Disease Have Always Shaped Our Cities. What Will Be the Impact of COVID-19?

Şentürk,L., 2015. Heterotopoloji'ye Giriş: Heterotopyalar İçin Bir Nomenklatura Denemesi

0 comments

Recent Posts

See All
bottom of page